TORUNUNUN SİGARASINI
YAKAN DEDE
Güneşli, sakin bir gün.
Pencereden evimin önündeki parkı
izliyorum.
Çimler yemyeşil, çiçekler açmış.
Çocuklar çılgınca koşturuyorlar; kimi
çimlerin üstünde, kimi ortasındaki çiçekliğin etrafına döşenmiş kaldırım taşı kaplı
küçük meydancıkta.
Anneler, babalar ve yaşlılar buldukları
gölgelik yerlerdeki boş banklara ya da yere serdikleri gazetelerin üzerine
oturmuşlar.
Herkes kendi dünyasında. Yani, onlarca
insan, birbirlerini tanımadıkları için sanki diğerleri yokmuş gibi davranarak o
“herkesin bir arada bulunduğu kalabalıkta” tek başınalar.
Dalları, uzun saçlı bir insanın alnına
ve şakaklarına dökülen dağınık kesilmiş kâküllerine benzeyen salkım söğüdün
altındaki bankta yalnız başına oturan yaşlı adam dikkatimi çekiyor.
Her halinden belli: Dertli…
Dertli… Dünyaya boş vermiş bakışlarından
belli.
Dertli… Sigarayı bir nefeste
bitirecekmiş gibi derin derin çekmesinden belli.
Kim bilir, ne derdi var? Hastaneler
yakın buraya; belki hastası vardır.
Belki de fakirlik yüzünden evin ihtiyacını
karşılayamadığı ve mahcubiyetten yüzüne bakamadığı yaşlı eşinden kaçıp bu
herkesin olduğu ama kimsenin tanımadığı parka sığınmıştır.
Kim bilir?
Yaşlı adamın zor bir hayat yaşadığının
şahidi gibi duran yüzündeki ve alındaki kırışıklıkların arasında kaybolan
küçücük gözleri, dudaklarına yapışmış gibi duran ve artık neredeyse onları
yakacak kadar küçülmüş sigara izmaritinden çıkan dumanın içine kaçmaması için
iyice kısılmış. O dumanlarla, sanki içindeki her bir acı göğe uçuyor uzun uzun
üfledikçe. Ağacın dalları arasından yükseliyor dumanlar, sanki yeşil dallar
içten içe göyünüyormuş gibi.
Yaşlı adamın altında oturduğu söğüdün
gölgesinin dışında, açık alandaki çimler üzerinde on dört - on beş yaşlarında
iki çocuk sırt üstü uzanmış, konuşuyorlar gökyüzüne bakarak. Arada attıkları
kahkahalar, yaşlı adamın devasa ama sessiz kederine inat herkes tarafından
duyuluyor; ta benim baktığım pencereden bile.
Dünya işte… İki metre mesafede iki ayrı
dünya… Biri buram buram elem tüten, biri şen şakrak, cıvıl cıvıl öten. Dede ile
torun aynı fotoğraf karesinde! Eski hayat ile yeni hayat! Heyhat!
Biraz sonra çocuklardan biri ayağa
kalkıp diğerine eliyle “burada bekle” anlamında bir işaret yaparak yaşlı adamın
yanına geldi. Karşısına geçti, cebinden bir sigara çıkardı ve yaptığı işaretten
anladığım kadarıyla yaşlı adamdan çakmak istedi!
Donup kaldım!
Yaşlı adam, sakince çocuğun yüzüne
baktı, kafasını hafifçe öne eğdi, iki yana salladı ve hiçbir şey demeden elini
cebine attı, çıkardığı çakmakla sigarayı zaten ağzına almış olan çocuğun
sigarasını yaktı. Çocuk birkaç nefes çekip sigaranın tam yandığından emin
olduktan sonra eliyle ‘eyvallah’ manasında işaret yapıp arkadaşının yanına
döndü. Kahkahaya kaldıkları yerden devam ettiler. Artık sigaraları da vardı ve
sırayla tüttürüyorlardı.
Aman Allah'ım!
Bu nasıl bir sahne böyle?
Bize ne olmuş böyle?
Şimdi zihninizdeki video oynatıcıda
sahneyi yeniden canlandırın: Çocuk geliyor, dedesi yaşındaki adamdan sigarasını
yakmak için ateş istiyor ve “dedesi torununun sigarasını yakıyor!” Şimdi tam da
burada uzaktan kumandanın PAUSE tuşuna basın ve sahneye bakarak aşağıdaki
sorulara cevap verin bakalım. Verebilirseniz!
Bu çocuk dedesi yaşındaki adamdan
sigarasını yakmak için çakmak istemeyi neden normal görüyor? Büyüklerin yanında
sigara içmekten neden sakınmıyor? Bunları bilmiyorsa kabahat sadece bu çocuğun
mu?
Ya yaşlı adam? O neden torunu yaşındaki
çocuğun sigarasını yakıyor? Neden bu davranışın doğru olmadığını o çocuğa
söylemiyor? Neden bu durumun saygısızlık olduğunu, ayıp olduğunu hatırlatmıyor?
Sadece kafasını sallayıp içten içe sitem etmesi yetiyor mu?
Ve üçüncü soru grubu: En risklisi bu. Ya
yaşlı adam büyük olmasına, dedesi yaşında olmasına dayanarak o çocuğu azarlasa,
o çocuk bunu dinleyecek mi? O çocuğun, bu çıkış üzerine, -“almadığı
terbiyenin” veya aldığı uyuşturucunun, alkolün etkisiyle-o yaşlı adama
orada hakaret etmeyeceğini, dahası fiziksel şiddet uygulamayacağını, her gün
benzerini haber bültenlerinde duyduğumuz gibi, bıçakla yaralamayacağını kim
söyleyebilir?
Yaşlı adam, yılların verdiği tecrübeye
dayanarak doğrusunu mu yapmış acaba?
Burada tek suçlu o çocuk mu acaba?
Biz ne idik acaba?
Ve nereye gidiyoruz acaba?
***
Güneşli, sakin bir gün.
Güneş ışıklarıyla gözlerimiz kamaşmış,
burnumuzun dibindeki, elimizdeki, ailemizdeki, mahallemizdeki, şehrimizdeki,
toplumumuzdaki ve hatta tüm dünyadaki büyüyen gelecek tehlikesini göremediğimiz
bir gün.
Bu gidişle, “bir geleceği olmayan” gelecek nesillerin, “başa bela olacağı” günlere doğru boşuna geçirilmiş bir gün.
Dedenin torununun sigarasını yaktığı bir
gün!
Torunun dedeyi yakacağı güne doğru bir gün!
Yüreklerin yanacağı günlere doğru bir
gün!
Dünyanın cehenneme özeneceği, hepimizin
yanacağı günlere doğru bir gün!
Şimdi buyurun, söyleyin, içinizden
geliyorsa: “İyi günler!”
Bunları gören gözlerin içinin yandığı gün. Çare tükenmek üzere, ne yazık ki...
YanıtlaSil